Yeni başlayanlar için Moni Rehberi

Moni bugünlerde bir yerden bir yere taşınan bir sanatçı değil, iki ayrı hızın arasında gidip gelen bir metabolizma gibi görünüyor. Kaş’ın Kabapıynar Köyü’nde yıllardır biriktirdiği malzemelerle, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın koridorlarında dolaşan biye atıkları aynı cümlede buluşuyor. Moni’25 sergisi, 10 Ocak 2026’ya kadar İMÇ 5. Blok’ta üç mekâna yayılarak bu bağın güncel haritasını çıkarıyor. 5533, İMALAT-HANE Proje Alanı ve yüzonbir arasında mekik dokuyan sergi, adını da Moni’nin 1989 tarihli ilk sanatçı kitabına göz kırparak alıyor.

Görsel: Maya. İMALAT-HANE tarafından paylaşıldı.

Bu “rehber” fikrinin bahanesi ise SALT’ın yeni yayımladığı Moni kitabı. Türkçe ve İngilizce iki ayrı kitap olarak hazırlanan yayın, sanatçının provokatif, ses getiren ve izleyiciyi katılımcı olmaya zorlayan işlerini bir rota gibi açıyor. Proje, Moni’nin 1989’da yazmaya başladığı biyografiden arşivine, resimden yerleştirmeye, performanstan happening’e uzanan üretimi birlikte düşünmeye çağırıyor.

Moni’nin geçmişini “skandal” kelimesiyle paketleyip romantikleştirmek kolay. Daha doğru olan, onun işlerinin kamusal alanla kurduğu sert teması hatırlamak. İmalat-Hane anlatısı, onu “kışkırtıcı ve katılımda ısrarcı” bir performans diliyle özetliyor. Bu ifade, Moni’yi anlatmak için şaşırtıcı biçimde temiz ve yeterli. Çünkü Moni, en başından beri “izlenen” değil, içine düşülen bir şey kurmaya çalışmış.

Moni , Salt, 2025 [ön kapak] Tasarım: Ali Cindoruk (KHORA)

Moni’nin kendi sözlerinden anladığımız şu: Bu çok merkezli ve hızlı devinen hayat tarzı bir tesadüf değil. Yeni olanla karşılaşmak, sonra onu dağınık bir hatıra yığını gibi bırakmamak, fark ettiği sorunsallar etrafında yeniden bir anlatıya dönüştürmek, neredeyse içgüdüsel bir refleks. Üstelik uzun süre sergilememiş olmanın yarattığı “sunum zayıflığı”nı da saklamıyor. “Çok güzel fikirleriniz olabilir ama nerede ve nasıl bir araya getireceksiniz konusu işin en zor yanı” derken, sanatın büyük kısmını oluşturan o görünmez emeği tarif ediyor. İMÇ’nin mekân olarak belirlenmesiyle düğümlerin çözülmeye başlamasını da tam buradan okuyor. Mekân belli olunca, zorlandığı birçok şey kendiliğinden çözülüyor. Ardından kendisi de malzemelerini toplayıp İMÇ’ye taşınıyor, mekânın tarihçesini ve güncel anlamını araştırıyor, içine giriyor, hatta bir anlamda içinde yaşamaya başlıyor. İşlere son hâllerini “İMÇ’yi hissederek” verdiğini söylemesi, bir romantizm değil, bir çalışma yöntemi.

Görsel: Maya. İMALAT-HANE tarafından paylaşıldı.

Seksenler Türkiye’sinde çağdaş sanat sahnesi bugünkü gibi kurumsal değildi; ama boş da değildi. Ankara’da özel galerilerin sayısı artıyordu, sergi açılışları kalabalıktı, fakat ekonomi yine kırılgandı, piyasa henüz düzenli bir sisteme oturmamıştı. Bu da galerilerin tutarsızlaşan yaklaşımlarını büyütüyor, izleyici kitlesini daraltıyordu. Bir yanda merakın coşkusu, öte yanda sürekliliği zayıflatan bir belirsizlik. Ali Artun’un Galeri Nev üzerine anlattıkları da bu ruhu iyi yakalar: Talebin henüz oluşmadığını, buna rağmen birçok serginin hiç satmayacağını bile bile açıldığını söyler. Bu cümle, o dönemin sanatının sık rastlanan bir gerçeğini işaret eder: Piyasadan çok dayanışma, vitrinden çok inat.

İstanbul cephesinde ise 1987’de başlayan İstanbul Bienali, çağdaş sanatı şehrin tarihsel mekânlarına taşıyarak yeni bir sahne kurdu. “Güncel olan”ın kendine yer aradığı yıllarda, mekânın kendisi de tartışmanın parçasıydı. Moni’nin performanslarının “alıcısı” meselesi de biraz burada anlam kazanıyor. Performans, doğası gereği duvara asılıp satılmaya pek hevesli değildir. Moni’nin derdi de zaten yalnızca iş üretmek değil; işi nerede kurduğu, nasıl bir düzende görünür kıldığı ve hangi bağlamda karşılaşmaya açtığı. Dolayısıyla o yıllarda en güçlü dolaşımı, koleksiyoner dosyalarında değil, kalabalığın sinir uçlarında aramak daha doğru.

Çok merkezli ve hızlı devinen bir hayat tarzım oldu hep ve sanırım bu bir tesadüf değil.”
— Moni Salim Özgilik

Burada Beytepe’ye geliyoruz. Beytepe, Hacettepe Üniversitesi’nin Ankara’daki kampüsü. Moni’nin hikâyesinde bir “başlangıç noktası” değil, karakterin kurulduğu yer. Entelektüel kişiliğin, hayata bakışın, sanatsal ve politik kimliğin “oluştuğu ve olgunlaştığı yıllar” diye tarif ediyor. Kopuş arayanlara da pek yüz vermiyor. Tavır ve heyecan aynı, sadece daha büyük ve daha zengin bir pencereden bakabildiğini söylüyor. Bu, nostaljiyi reddeden ama sürekliliği sahiplenen bir cümle. Moni’25’in hem “geri dönüş” hem “yeni başlangıç” gibi durmasının nedeni de burada: Aynı kaynaktan beslenen, ama büyümüş bir bakış.

Şimdi üç performans sahnesine girelim. Çünkü Moni’nin provokatifliği, sloganla değil, mekânla konuşur.

Moni Salim Özgilik, “Ölümü Düşünmeden Ölüyü Düşlemek”, “Mutatis Mutandis”, Celal Bayar (Gar) Alt Geçidi, Ankara, 1989. Görsel: SALT Araştırma, Moni Salim Özgilik Arşivi

1 Alt geçit
Arşiv anlatıları bazen tek cümleyle irkiltir. Mutatis Mutandis bağlamında Ankara’da Celal Bayar Gar Alt Geçidi’nde yapılan “Ölümü Düşünmeden Ölüyü Düşlemek” işi, kamusal alanın ortasında bedeni ve ölümü aynı anda telaffuz eden bir jest olarak duruyor. Bu çevredeki performansların kefen beziyle, izleyicinin katılımını talep eden bir dille hatırlandığı ve resmî cezalarla da karşılık bulduğu yazılıyor. Moni’nin “egemenlerle başı belaya girdi” cümlesi, burada slogan değil, tutanak tadı taşıyor.

Moni Salim Özgilik, "Kültür Ağacı", Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1988 - Moni Salim Özgilik, "Cultivated Tree", Hacettepe University, Ankara, 1988 Görsel: SALT Araştırma, Moni Salim Özgilik Arşivi

2 Ağaç
Kültür Ağacı”nda dramatik olan beden değil, bilginin kendisi. Kuğulu Park’ta bir ağaca dergi, gazete, afiş ve el ilanları asıyor. Yoldan geçen, bir anda kültürün yapraklandığı bir şeye çarpıyor. Sergi anlatısı, bu müdahalenin “insanları şaşırtmayı” ve “sanatı nasıl tanımladıklarını sorgulatmayı” amaçladığını söylüyor. Bugün algoritmaların bize seçip verdiği kültür kırıntılarını düşününce, Moni’nin ağacı neredeyse analog bir ana sayfa gibi görünüyor. Üstelik daha dürüst: Ne görüyorsan onu görüyorsun.

Moni Salim Özgilik, "Sakarya Destanı", Sakarya Meydanı (Ankara), 1989 - Moni Salim Özgilik, "The Epic of Sakarya", Sakarya Square (Ankara), 1989 Görsel: SALT Araştırma, Moni Salim Özgilik Arşivi

3 Cadde
Moni, Sakarya Caddesi’nin ortasına uzun bir tuval bezi seriyor. İnsanlar etrafında toplanınca ışık nedeniyle gölgeleri tuvalin üzerine düşüyor. Moni de bu gölgelerin sınır çizgilerini, yani konturlarını tuvalin üstünde işaretliyor; ardından bu çizgileri renklendirerek bir resme dönüştürüyor. Yani insanlar bilerek ya da bilmeyerek işin “modeli” oluyor, gölgeleri de işin ham malzemesine dönüşüyor. Moni’nin “samimi olmanın” ve “yaşadığını yansıtmanın” önemine dair sözleri burada teknik bir karşılık buluyor: Gösteri değil, iz bırakma.

Bu üç sahneyi birleştiren şey, “manyaktan” çok ısrarcı bir kamusallık. Bugünün ekran merkezli, parçalanmış kamusallığında performatif arayışların yeniden yoğunlaşmasını da Moni buradan okuyor. Bugün bu işlere bakanların, onları “zamanının ötesinde” bulduğunu söylüyor; hatta aynı cesareti bugün göstermenin daha zor olacağını düşünen bir yeni nesilden söz ediyor. Teknolojinin yeni anlatma biçimleri sunduğunu kabul ediyor, fakat birlikte olmaya ve birbirini görmeye mahkûm insanlar için ekran başındaki çözümlerin yetersiz kaldığını da ekliyor. Bu yüzden kamusallık, güncel sanatta yeniden bir ihtiyaç gibi beliriyor.

Söyleşimizin en berrak omurgası ise şu üçlü cümlede toplanıyor: Atık objeler, kıyıdaki düşünceler, kitapta kalan kavramlar. Moni için bu, estetik bir slogan değil, neredeyse bir yaşam tekniği. Atmak yerine tamir etmek, ölmek üzere olan bitkiye yıllarca emek vermek, başkalarının “üzerinden atladığı” şeyde anlam aramak. Tüketim kültürünün bizi getirdiği yeri tarif ederken ahlâkçı bir yerden değil, sorumluluk alan bir yerden konuşuyor: Sorunu biz yaratıyoruz; ancak biz çözebiliriz.

New York yıllarını da bir özgürleşme masalı gibi değil, yer değiştirmenin doğal gerilimleri gibi anlatıyor. Yeni yer, yeni sorunlar ve yeni sınırlar demek. Fakat aynı zamanda merakın ve karşılaşmanın açtığı bir zenginlik. “Zamanının ötesinde” olma iddiasına ise mesafeli: Ona göre mesele, samimiyetle yaşamak, cesaretle üretmek, fazla hesap yapmadan paylaşmak ve sonuçlarına katlanmak. Bu cümle, rehberin son sayfasına yakışıyor, çünkü Moni’nin bütün anlatısında tekrar eden bir şey var: Bedel duygusu. Kahramanlık değil, sorumluluk.

SALT arşivi ve kitap süreci de bu sorumluluğu geriye doğru işletmesine imkân vermiş gibi. Geçmiş üretimlere “araştırmacı gözüyle” bakınca, her şeyin öncekinin uzantısı olduğunu daha net gördüğünü söylüyor. Yeni neslin hayranlığını hem hoş hem de düşündürücü bulması da buradan geliyor: Bu hayranlık, bir ihtiyacın ve yeni bir çıkış yolu arayışının işareti.

Görsel: Maya. İMALAT-HANE tarafından paylaşıldı.

Moni’25 sergisini gezerken, serginin asıl meselesi kendini ele veriyor: Yıllarca sergilemeyen bir sanatçı, yalnızca işlerini değil, sergileme kasını da kaybeder. Moni, evet diyor. Ardından İMÇ’nin kendisini nasıl “çözen” bir mekân olduğunu anlatıyor. Mekân belli olunca zorlandığı birçok şey kendiliğinden çözülüyor. Bu kadar basit ve bu kadar zor.

Yeni başlayanlar için Moni rehberi, nihayetinde tek bir öğüt veriyor: Cesur ol, samimi ol, fazla hesap yapmadan paylaş, sonuçlarına da katlan. Moni bunu bir kahramanlık masalı olarak değil, işin bedeli olarak söylüyor. Zaten yeni neslin hoşuna giden de o bedelin gerçekliği.

* Sesli kayıt, metni otomatik olarak okuyan dijital bir ses teknolojisi ile üretilmiştir; vurgularda ve telaffuzda hatalar bulunabilir.
Önceki
Önceki

Gözaltına Alınıyorum. Bir Toplumun Kültüründen Koparılan Parçalar

Sonraki
Sonraki

Gözde İlkin ile Gelgit Zeminler