Mamut’un Genç Sanat Haritası

Mamut Art Project, 2013’ten bu yana İstanbul’un bağımsız ve keşfedilmemiş sanatçıları için belki de en istikrarlı iniş pisti sayılabilecek bir platform. Genç kuşaktan onlarca sanatçı ile koleksiyonerleri, galericileri, küratörleri ve meraklıları her yıl aynı zeminde bir araya getiriyor; “ulaşılabilir sanat” fikri etrafında kurulmuş bir buluşma alanı..

Yapı Kredi bomontiada’da gerçekleşen Mamut, bu yıl da endüstriyel tavan kirişleriyle taze üretimlerin yan yana geldiği bu mekânda ruhuna çok yakışan bir fon buldu. Çünkü bu proje yıllar içinde, İstanbul’un büyük fuar ve müzayede takvimi dışında nefes alan, hatta ona zaman zaman muhalif bir zaman çizelgesi ördü.

Bu yıl gerçekleşen on ikinci edisyonun kalbi, Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen otuz üç sanatçının işlerinde attı. Resim, heykel ve fotoğraf kadar video, yerleştirme, ses işleri ve bu yıl özel bir seramik seçkisi aracılığıyla malzemeyle kurulan yeni ilişkiler öne çıktı.

Mamut’un salonlarında dolaşırken bir duvarda figüratif bir tuval, hemen yanında gündelik nesneleri dönüştüren bir enstalasyon, birkaç adım ötede ise neredeyse arkeolojik bir hassasiyetle üretilmiş seramiklerle karşılaştık. Bu yan yanalık yalnızca estetik bir karar değil; Türkiye’de genç sanat üretiminin bugün nasıl parçalı, çok dilli, çok katmanlı olduğunun da küçük bir haritası.

İstanbul’un kırılgan kültür ekosisteminde bu tür ara alanlar önemli; zira burada imzalanan sözleşmelerden çok kurulan ilişkiler, paylaşılan notlar ve “devam et” diyen cümleler belirleyici oluyor.

Biz de 4Kolon için bu yıl gerçekleşen Mamut Art Project’ten beş işi kenara ayırdık. Kalabalığın içinde ikinci bakışı hak eden, kimi zaman sessizce duvarda asılı duran, kimi zaman izleyicinin bedenini de işin parçasına katan çalışmalar bunlar. Aşağıda, bu beş iş vesilesiyle yalnızca tek tek sanatçılardan değil, bugün İstanbul’da genç bir sanatçı olmanın ne anlama geldiğinden de kelâm etmeye çalışacağız.

Dersu Saral

1. DERSU SARAL

Dersu Saral’ın FLESHWARE serisiyle karşılaşınca önce bir kitap rafı görüyorsunuz, sonra rafın aslında bir tür beden arşivine dönüştüğünü fark ediyorsunuz. Yakından bakınca, kapaklardaki gözenekler ve tüyler soyut bir desen değil, büyütülmüş deri. İç sayfalarda ise sırtı bize dönük tek bir beden sürekli geri dönüyor. Her sayfada bu bedene yeni bir nesne eşlik ediyor; mutfaktan çıkmış bir çırpıcı, laboratuvarı hatırlatan cam bir tüp, tanımsız plastik aparatlar. Derinin üstüne küçük etikete benzeyen yazılar düşüyor; isimler ve numaralar, sanki ürün kodu ya da stok takibi gibi. Rafın tekrar eden düzeni, aynı bedeni çoğaltılmış bir katalog nesnesi hâline getiriyor.

FLESHWARE tam da bu katalog hissiyle oynuyor. Başlık, donanım ve yazılım dünyasından ödünç alınmış gibi, bedeni üçüncü bir kategori olarak konumluyor. Ne yalnızca taşıyıcı bir kabuk ne de soyut bir kimlik; işleyen, takılan, modifiye edilen bir arabirim. Saral, gündelik nesneleri bedenin kıvrımlarına yerleştirerek şiddet ve bakım arasındaki o tuhaf ara bölgeyi yokluyor. Bir an için bu nesneler masaj aracına da dönüşebiliyor, tıbbî bir tehdide de. İzleyici, raftaki deriye baktıkça kendi bedeninin de nasıl ölçüldüğünü, numaralandırıldığını, ince bir çizgiyle tüketim rejimine bağlandığını düşünmek zorunda kalıyor. İşin gücü tam burada; temas ettiği yere iğne batırmadan, hafifçe bastırarak uyandırıyor.

Nisan Talaz

2. NİSAN TALAZ

Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde endüstriyel tasarım okuyan Nisan Talaz, bir süre farklı atölyelerde üretim yaptıktan sonra iki bin yirmi yılında kendi seramik atölyesini kuruyor ve o günden beri biçim duygusunu neredeyse bütünüyle kil üzerinden düşünüyor. Kendi ifadesiyle, üretim sürecinin ana motoru doğanın döngüsü ve akışı; seramik heykellerinde insanın kırılganlığı, iyileşmesi ve yeniden var olma hâli bu döngüyle iç içe açılıyor. Ferda Art Platform’da gerçekleşen “Bilinmeyen Bir Yer” adlı sergisinde de tabiatın özgün yaratılarından yola çıkarak mimariyi andıran, ama bütünüyle sezgisel organik formlar kurmuştu.

Mamut Art Project’te gördüğümüz bu iki heykel, sanatçının o hattı sürdürdüğü “Pedestal” serisinin parçası; denge, gerilim ve negatif alan üzerine kurulu, taş hamurda tek tek elde şekillendirilmiş biyomorfik figürler. Talaz’ın işleri tam da bu yüzden yalnızca bakılan nesneler değil; izleyicinin kendi beden hafızasını ve doğayla kurduğu bağı yoklayan, temas ettikçe tamamlanan parçalar.

Sinem Ören

3. SİNEM ÖREN

Sinem Ören’in Mamut’taki yerleştirmesi, sanki bir kabın içinden değil, bir rüyadan taşmış gibi. Simsiyah, huni başlı figür, çamurdan yükselen beyaz uzuvların ve mercan benzeri yaratıkların arasında bir şaman mı, yoksa bu tuhaf bahçenin gardiyanı mı, karar vermek zor. Başını boş bir boruya dönüştüren o karanlık form, çevresindeki tüm organik çıkıntıları dinliyormuş gibi eğilmiş; yanındaki kırmızı saksıdan dışarı uzanan ikinci siyah boru ise toprağın derinlerinden gelen bir ses kanalı gibi. Seramik malzeme burada hem beden hem bitki hem de ritüel nesnesi; iç içe geçmiş kâseler, zincirler ve damarları andıran formlar küçük bir yeraltı tapınağı duygusu yaratıyor.

Bu yeraltı sahnesi, Ören’in uzun süredir beden, ruh, ritüel ve dönüşüm etrafında ördüğü pratiğe sıkı sıkıya bağlı. Maryland Institute College of Art’ta seramik eğitimi alan, bugün Mimar Sinan’da doktorasını sürdüren sanatçı, toprağın insan bedeniyle kurduğu kadim analojiye özellikle takılmış durumda; topraktan yaratılış mitleri ve “insan ölünce toprağa döner” fikri, seramiği seçmesinin temel sebeplerinden biri.

Vazo ve kap formunu sık sık bir beden metaforu olarak kullanıyor; taşıyan, saklayan, içindekini gizleyip gerektiğinde dışarı sızdıran bir varlık gibi. Mamut Art Project’te görülen bu işte de figürler adeta “kendi içini dinleyen” kabuklara dönüşüyor. Karanlık gövdelerin boş hunileri, izleyicinin sesini, nefesini, hatta tedirginliğini emen birer yankı odası; yerdeki küçük yaratıklar ise bu ritüelin tanıkları. Ören’in seramikleri tam da burada, güzel objeler olmaktan çıkıp, varoluş kaygısını çamurun diliyle kuran minyatür kozmoslara dönüşüyor.

İkra Nur Doğrudil

4. İKRA NUR DOĞRUDİL

İkra Nur Doğrudil’in Mamut’taki yerleştirmesine uzaktan baktığınızda, sanki sergi salonunun ortasında yavaşça dönen bir beden takvimi görüyorsunuz. Mavi fonların önünde asılı duran, keçe yüzeyli figürler; yaşlanmış, hastalıkla şişmiş, ameliyat izi taşıyan bedenleri art arda gösteriyor. Yüzler yer yer silik, gövdeler ise lekeler, morluklar, damar haritaları ile dopdolu. Birkaç adım geride, duvarda akciğerlerden ayak bileğine uzanan küçük görüntüler beliriyor. İlk bakışta röntgen zannediyorsunuz, oysa onlar da yün lifleriyle “iğnelenmiş” görüntüler. Yumuşak bir malzeme ile yapılmış bu X ışını benzeri görüntüler, bedeni aynı anda içeriden ve dışarıdan okumanın tuhaf hissini yaratıyor. İzleyici bu ince keçe panellerin arasında dolaşırken, sanki bir hastane koridorunda değil, kendi ömrünün içinden geçiyormuş gibi.

Doğrudil, Elazığ doğumlu. Güzel sanatlar lisesinde başladığı resim eğitimini Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Resim Bölümünde tamamlıyor; çalışmalarını bugün Ankara’da sürdürüyor ve Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyor. Son yıllarda keçe iğneleme tekniğini kullanarak genetik olmayan, hayatın içinde sonradan karşımıza çıkabilecek hastalıkları konu ediniyor. Onun için tiksinç denilerek kenara itilen bu patolojiler yalnızca rahatsız edici değil; ölüm dürtüsünü yeniden düşünmemize imkân veren yaşamsal eşikler.

Mamut’ta “Scoliosis” başlığı altında gördüğümüz beden fragmanları da bu yüzden dik durmakta zorlanan, eğrilmiş, sarkmış, yara izleri ile çentiklenmiş hâlleriyle karşımızda. Doktorun dosyasında saklanacak fotoğraflar değil bunlar; yün liflerine tek tek işlenmiş, dokunsal bir empatiye çağıran portreler. Doğrudil’in işi, “sağlıklı beden” ideali ile aramıza ince bir keçe katmanı çekiyor ve bize şu soruyu bırakıyor: Kimin bedenini taşımayı, kimin bedenine bakmayı gerçekten göze alıyoruz?

Bilgesu

5. BİLGESU

Bilgesu’nun Mamut’taki resimleri, sanatçının “Routine Melancholy” adını verdiği daha geniş bir dizinin içinden süzülüyor. Bu seride Bilgesu, hem çok tanıdık hem de tam olarak kavranamayan bir duygu olan melankoliyi gündelik alışkanlıklar üzerinden takip ediyor; televizyonun karşısına uzanmış bir beden, sehpanın üzerinde unutulmuş kahve kupası, sigara izmaritleri ve boş ilaç kutuları birer sahne partneri gibi resme giriyor. Mavi koltuğa boylu boyunca uzanan figürün etrafındaki yastıklar ve perde, sanki odanın değil, bir ruh hâlinin dekoru. Perspektif bilinçli biçimde hafif bozulmuş, renk paleti ise kalın bir sessizlikte tutulmuş; sahnenin asıl hareketi figürün bedeninde değil, sanki odanın havasında dolaşan yorgunlukta.

2001 doğumlu Tekirdağ’lı ressam, Namık Kemal Üniversitesi Resim Bölümü’nde eğitimini tamamladı; son yıllarda farklı sergilerde, özellikle otoportreleri ve iç mekân resimleriyle daha görünür hâle geldi.

Kendini banyoda aynaya bakan bir figür, sigara dumanının içinden görünen bir yüz ya da küçük tuvallere bölünmüş bitki saksısı, küllük ve ilaç blisterleri olarak resmettiğinde izleyiciyi duygusal hâlini teşhis etmeye çağırmıyor. Bunun yerine, kaygı ile alışkanlık arasındaki o bulanık alana bakmamızı öneriyor. Bilgesu’nun tuvalleri melodramdan kaçınan bir gençlik hâli anlatıyor; depresyonu çığlık atan değil, yavaş yavaş koltuğa, masaya, ışığın duvara vurduğu küçük lekelere sinen bir ton olarak resmediyor. Bu yüzden Mamut’un kalabalığında bile en çok sessiz kalmayı seçen işlerdi onunkiler.

* Sesli kayıt, metni otomatik olarak okuyan dijital bir ses teknolojisi ile üretilmiştir; vurgularda ve telaffuzda hatalar bulunabilir.
Önceki
Önceki

Şiddet Serbest, Aşka İhtar. Yaş Sınırı Masası

Sonraki
Sonraki

Ömer Koç’un Raflarından Osmanlı Okumak