2025’te Yitirdiklerimiz, Kendi Sözleriyle

Bazı vedalar, bir insanın yokluğundan çok bir cümlenin eksilmesi gibi gelir. 2025 böyle bir yıldı. Selim İleri’nin iç iklimi, Pınar Kür’ün keskin bakışı, Osman Sınav’ın hikaye disiplini, Filiz Akın’ın kamera önü zarafeti, Tomur Atagök’ün müze aklı, Sırrı Süreyya Önder’in sinema vicdanı. Hepsi aynı takvim sayfasına sığdı. Biz de bu yazıda biyografiye değil sese yaslanıyoruz. Onları, en iyi bildikleri yerden anıyoruz: kendi cümlelerinden.

Hayatları nasıl başlamış olursa olsun, bu yıl kaybettiğimiz yaratıcı insanlar er ya da geç sahnelerimize, galerilerimize, sinemalarımıza, kitap raflarımıza ulaştı. Fikirleri ve mizaçları kültürümüzü biçimlendirdi; hâlâ bize söyleyecek çok şeyleri var. Bu yazı, içlerinden birkaçına, kendi seslerinden bir saygı duruşu.

Selim İleri

∞ Selim İleri (8 Ocak 2025)
“Ölü sevgiler içimizde.”  

Selim İleri’nin yazısında aşk, çoğu zaman bir sonuca bağlanmaz; daha çok bir tortuya dönüşür. Sanki duygu, yaşanırken değil, bittiğinde asıl biçimini alır. Bu yüzden onun romanları olayın peşinden koşmaz, yankının peşinden gider. Bir cümlenin geride bıraktığı titreşim, bir bakışın arkasında saklanan eski bir hayat, bir odanın içine çöken saat sesi. İleri, hatırlamayı romantik bir hobi gibi değil, neredeyse etik bir zorunluluk gibi ele alır. Okur da kendini şu garip gerçeğin içinde bulur: Biz geçmişi taşımayız, geçmiş bizi taşır.

Pınar Kür

∞ Pınar Kür (15 Temmuz 2025)
“Dibi görünmeyen, uçurumsal bir yalnızlık.

Pınar Kür’ün edebiyatı yalnızlığı romantik bir sis gibi kullanmaz; onu bir mimari gibi kurar. O “uçurum” kelimesi, duyguyu süslemek için değil, mesafe koymak için vardır: okurla karakter arasına, karakterle kendi vicdanı arasına, bazen de bir toplumla kendi gerçeği arasına. Kür’ün romanlarında insanın en büyük talihsizliği, yalnız kalması değil; yalnızlığı normal sanacak kadar eğitilmiş olmasıdır. Bu yüzden cümleleri insanı avutmaz, daha iyi bir şey yapar: teşhis koyar.

Osman Sınav

∞ Osman Sınav (20 Mart 2025)
“Benim starım hikayedir.”

Osman Sınav, televizyonun kalabalık aynasında hikayenin itibarını savunan bir yönetmendi. “Star” kelimesini bile anlatının hizmetine sokması boşuna değil: yüzler değişir, dönemler değişir, ama iyi kurulmuş bir dünya değişmez. Sınav’ın işleri, “ne oldu”dan çok “hangi havada oldu” sorusunu severdi. Bir sokağın loşluğu, bir evin içindeki suskunluk, bir bakışın üstüne çöken yarım kalmış söz. Seyirciyi yalnızca merakta tutmaya çalışmaz; bir iklimin içine yerleştirir. Dizi bittiğinde geriye kalan şey çoğu zaman final değil, o dünyanın kokusudur.

Filiz Akın

∞ Filiz Akın (21 Mart 2025)
“Sinema bütün sanat dallarını bünyesinde topluyor.”

Filiz Akın, Yeşilçam’ın yalnızca yüzlerinden biri değildi; Yeşilçam’ın “ince ayarı”ydı. Sinemayı “bütün sanat dallarının” toplamı diye tarif etmesi, oyunculuğunun da anahtarı gibi okunabilir. Akın, rolü bir kostüm gibi taşımazdı; rolün içindeki müziği, ritmi, ışığı da taşırdı. Kamera önünde zarafet dediğimiz şey bazen bir jestin ekonomisidir, bazen de abartısız bir kendilik bilgisi. Akın’ın kuşağında yıldız olmak, bugünkü gibi yalnızca görünür olmak değildi. Daha çok, bir dönemin hayal kapasitesine emek vermekti. O hayal bugün daha eski görünüyor olabilir, ama hâlâ çalışıyor. Çünkü iyi sinema, yaşlandıkça çocuklaşmaz; yaşlandıkça sadeleşir.

Sırrı Süreyya Önder

∞ Sırrı Süreyya Önder (3 Mayıs 2025)
“Nereden fon bulalım diye değil, nereden yoldaş bulalım diye başlamak lazım.”

Bu cümle, setin en temel gerçeğini, neredeyse bir atasözü kadar kısa bir biçimde yakalıyor: Sinema önce insanla başlar. Önder’in kastettiği “yoldaş”, romantik bir kelime değil; prodüksiyonun omurgasıdır. Çünkü bir filmin yükü sadece bütçeyle taşınmaz. Yük, niyetle, emekle, birbirinin cümlesini tamamlayan bir ekip ruhuyla taşınır. Fon gelir ya da gelmez; ama yoldaş yoksa, fikirler yalnız kalır, yalnız kalan fikirler de çabuk kırılır. Onu anarken geriye parlak bir aforizma değil, birlikte üretmeye dair ısrarlı bir ahlak duygusu kalıyor.

Tomur Atagök

∞ Tomur Atagök (27 Mart 2025)
“Yalnızca resmi değil, kendini de görsün istedim izleyen.”

Tomur Atagök’ün bu cümlesi, eserle karşılaşmayı bir aynaya çeviriyor. Bakmak, onda, pasif bir seyir değil; kendi yüzünü, kendi zamanını, kendi payını da kadraja sokan bir eylem. Resim yüzeyinde izleyiciyi geri çağıran bu ısrar, müzecilikteki fikriyle de akraba: Sanat, bir vitrinde saklanan şey değil; temas kurdukça yaşayan bir şey.

* Sesli kayıt, metni otomatik olarak okuyan dijital bir ses teknolojisi ile üretilmiştir; vurgularda ve telaffuzda hatalar bulunabilir.
Sonraki
Sonraki

Berk Güntürk ile Yasaklı Bedenin İkonları