Kendi Adıyla Geceyi Hafızaya Kaydeden Ece Özel
Ambidexter'ın sergi salonunda karşımıza çıkan Bellek II, kulübün en yüksek seste çaldığı anı değil, çoktan dağılması gereken bir gecenin hafızada takılı kalmış son karesini hatırlatıyor. Mor pembe bir boşluk, birbirine karışmış bedenler, nereye ait olduğunu tam çıkaramadığımız bir ışık. Kafalar karanlıkta kayboluyor, gövdeler ise neredeyse saydam. Sahne yok, DJ kabini yok, lazer yok. Geriye yalnızca ışığın altında toplanmış insanlar ve o insanların taşıdığı görünmez yük kalıyor. Bu resimlerde gece, gösterişli bir sahne değil, varoluşun ağırlığından kısa süreliğine kaçabildiğimiz dar bir aralık olarak beliriyor.
Ece Özel, The Lie, 2025 , Oil on canvas 50 x 40 cm
Kendi Adıyla başlıklı bu ilk solo sergi, yıllardır kulüplerde gördüğümüz Ece Özel ile tuvalin karşısında tek başına duran Ece Özel arasında bir köprü kuruyor. Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi ve Mimar Sinan Resim eğitiminin açtığı uzun hattın üzerine moda dünyasını, stilistlik yıllarını ve yirmi yıla yaklaşan DJ’lik pratiğini ekleyen bir hayat bu. Yine de sergide gördüğümüz resimler, meslek başlıklarından çok geceden kalan imgelerden ve onların bıraktığı tortudan konuşuyor. Özel, geceyi büyük laflarla tanımlamaktansa, kendi bedeninden ve yakın çevresinden süzülmüş sahneleri hafızaya kaydeden kişisel bir arşiv kuruyor. Bu arşivin adı da tam bu yüzden kendi adı.
Özel, serinin çıkış noktası sorulduğunda çok net manifestolar kurmaktan kaçınıyor. Yıllar içinde biriken yaşanmışlıktan, kendi bedeninden ve etrafındaki insanlardan söz ediyor. Biraz da onların kare kökü diyor. Yani doğrudan temsil etmekten çok, yoğunluklarını alıp başka bir düzleme taşıyor. Tuvalin karşısına geçtiğinde belirli bir sahneyi bire bir kurmaktan çok, resmin eline bakmayı seviyor. Hangisi içime siniyorsa onunla yola devam ediyorum demesi, bu serinin resim tarihi referanslarından çok kendi iç diyaloğu ile ilerlediğini hissettiriyor.
Geceyi, yıllar boyunca DJ’lik yaparken izlediği insan davranışları belirlemiş. Gecenin hızlı ama aynı zamanda çok uzun bir zaman dilimi olduğunu söylüyor. Aslında uyumamız gereken saatlerde ayakta olduğumuz o tuhaf aralık. Bir şeylerden kaçarken, bir yandan da hayatın cazibesine daha sıkı tutunduğumuz anlar. Bu kaçış sahneleri çoğu zaman havada asılı kalıyor, ertesi gün tam hatırlanmıyor. Ecenin resimleri de işte tam o unutulma eşiğine yerleşiyor. Ne tam gerçek, ne tam rüya. Gözler, dumanlı bir odada hafızasını yoklarken gördüklerini seçmeye çalışıyor.
Ece Özel, The Exercise, 2025, Oil on paper 25 x 17,5 cm
The Exercise (Alıştırma)” adını taşıyan seride bu duygu çok çıplak. Zehre yakın bir kırmızı, neredeyse fosforlu bir sarı ile çarpışıyor, pembe bir beden kaya gibi duran koyu bir kütlenin üzerinden atlamaya çalışıyor gibi. Figürün sınır çizgileri net değil. Tam nereye bastığını, nereye uzandığını anlamıyoruz. Beden sanki hem kaçıyor hem geri çekiliyor. Bu iki resim, İstanbul gece hayatının hızına bedensel bir yanıt gibi okunabilir. Hareket etmek zorunda olan ama nereye gittiğinden emin olmayan bedenler.
Özel'in renk paleti ilk bakışta çok radikal görünüyor. Zehre yakın kırmızılar, midemize oturan siyahlar, ışıkta parlayan yeşiller. Oysa kendisi bunu uzun süren bir deneme yanılma halinin sonucu diye anlatıyor. Her resmin altında başka renk evrenleri var diyor. Yani gördüğümüz son kat, defalarca üst üste gelmiş kararların sonucunda oluşan bir yüzey. Bu yoğunluk “As Above, So Below” (Yukarıda nasılsa aşağıda da öyle) serisinde daha da belirgin. Kırmızıya gömülmüş yatak sahnelerinde, yeşile boyanmış yüzler neredeyse maskeye dönüşüyor. Kollar birbirine dolanmış, hangi bedenin nereye ait olduğunu çözmek zor. Uyumak ile bayılmak, sarılmak ile tutunmak arasındaki fark hafifçe bulanıyor.
Ece Özel, As Above, So Below, 2025, Oil on canvas 100 x 120 cm
Geceyi bir kaçış alanı gibi görmesi, bu uyuyan çiftlerde başka bir tını kazanıyor. Bir yandan çok tanıdık bir sahne bu. Bir after parti sonrası, sabaha karşı bir evde, artık kimsenin konuşmadığı o saatler. Kırmızı fon sanki odanın içini değil, karakterlerin dolaşım sistemini aydınlatıyor. Yüzlerdeki neon yeşil, bedenlerin gerçek ten rengine benzemiyor ama hislerine çok benzeyen bir şey taşıyor. Gece boyunca bedenine yüklenmiş bütün enerjiyi, artık sadece içerden parlayan bir ışık olarak bırakıyor.
Ece, figürü keskinleştirmekten bilinçli bir biçimde kaçtığını söylüyor. Zihinlerimizin tamamlamaya çalıştığı anılar gibi düşünüyor bunu. Bir şeyi hatırlamaya çalıştıkça, eksik parçaları o anki halimize göre doldururuz ya, tuvalde de o boşlukları seyirciye bırakıyor. Bedenlerin sınırları eriyor, uzuvlar gölgelerle karışıyor, yüzler rüya ile uyanıklık arasındaki aralıktan bakıyor. Bu bulanıklık, resimleri tembel bir estetik sisin içine sokmuyor tam tersine, bakana sorumluluk yüklüyor. Gördüğümüz şeyleri biz tamamlıyoruz; hangi bedene hangi anlamı yüklediğimiz bize kalıyor.
Müzik ile resmin nerede buluştuğu sorulduğunda Ece, ikisini bilinçli olarak çarpıştırmadığını söylüyor. Şimdilik bambaşka pratikler olarak akıyorlar. Yine de seride bir tür sessiz ritim hissediliyor. Loş ışık, tekrar eden el ve yüz pozları, resimler arasında dolaşan kırmızı topolojiler, neredeyse set boyunca tekrar eden bir bas yürüyüşünü andırıyor. DJ kabininde yaptığı gibi, burada da sahneyi kurmak yerine akışı yönetiyor. Bazen tempo düşüyor, bazen bir anda yükseliyor, ama genel hissiyat hiç dağılmıyor.
Özel'in yıllarca stilist olarak çalışmış olması da bakışına nüfuz etmiş durumda. Kompozisyonlarında figürün giydiği giysiler detaylı çizilmiyor ama bedenin ağırlığı, omuzların düşme biçimi, kolların bükülüşü çok dikkatli. Modadaki styling pratiğinin resme doğrudan taşındığını düşünmüyor; hatta tam tersi, sanat eğitiminin moda alanında ona yardımcı olduğundan söz ediyor. Yine de izleyici, yüzeydeki boya bloklarının yerleştirilişinde, renkler arasındaki gerilimde, eski işinin eğitmiş olduğu bir gözün izlerini taşıyan bir düzen hissediyor. İpek üzerine yaptığı ve yakında başka alanlara da taşınacağını söylediği çalışmalar, bu iki dünyanın daha görünür bir biçimde kesişeceğine işaret.
Seriyi kişisel bir arşivin parçaları olarak tarif ediyor. Bu arşivin gelecekte hangi sahneleri toplayacağı konusunda ise bilinçli bir liste yapmak istemiyor. Muhtemelen zamanla iyi mi kötü mü olduğunu hatırlayamadığım bir anı olarak çıkacak karşıma diyor. Belki dertlerim tamamen değişecek. Bu açıklık, serinin de en güçlü taraflarından biri. İstanbulun iki binli yıllardaki dönüşümüne dair büyük sözler söylemek yerine, o dönüşümün bedenlerde bıraktığı tortuya bakıyor. Yeni alışveriş merkezleri, kapanan kulüpler, yer değiştiren semtler yerine, bütün bunların içinden geçmiş insanların yüzlerine odaklanıyor.
“Kendi Adıyla”, Ece Özel'in hayatının iki ayrı kulvarını, yani geceyi ve resmi, ilk kez aynı mekanda toplayan sergi. Bu resimler, uzun yıllar boyunca karanlıkta birikmiş imgelerin yüzeye çıkmış hali. Gündüz ile gece, kaçış ile dönüş, hareket ile hareketsizlik birbirine karışıyor. Işıklar kapandığında, geride kalan her şeyde hayat yeniden başlıyor hissi var. Ambidexter'ın duvarlarından ayrıldıktan sonra da bu resimler, izleyicinin hafızasında tıpkı geceden kalma bir anı gibi, tam hatırlanmayıp bir türlü unutulamayan o tuhaf aralıkta yaşamaya devam edecek.
Sergi, İstanbul'da Ambidexter Galeri'de, 20 Aralık tarihine kadar görülebilir. Ece Özel bu kez kendi adını galeri duvarlarına yazdırarak, yıllardır başkalarının gecelerine eşlik eden o ismi, kendi iç arşivine de kaydediyor. Bu resimleri mümkünse yakından görün, asıl ağırlıkları tuvalin karşısında hissediliyor.